Algısal boşluklara veya körlüğe rağmen, insanlar her zaman gerçekliğe daha yakın durabilir ve kendilerinin daha iyi versiyonları haline gelebilirler. Bu süreç dürtü ve özdenetim arasında gerçekleşir. Kendimizi kontrol etmeyi öğrenir ve hayatımızın mimarı olursak, mükemmel bir iş hayatına, daha güçlü ilişkilere ve daha iyi bir ruh sağlığına sahip olabiliriz. Hayatın cazibesine direnmek daha iyiyse, neden algısal boşluklara teslim olmayı daha kolay buluyoruz? İnsanlar sürekli aynı şeyleri tekrar etmeyerek cehaletlerinden kurtulup sorgulamaya başlayabilir ve böylece hayaller ile gerçekler arasında gerçeklik bağları kurabilirler.

"Ruh sağlığımız" ile "ne için yaşadığımız" arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu rahatlıkla söylenebilir. Zihinsel bölgede yaşanan tatminler Hola (Bütün) ile alışverişimizi kolaylaştıracak ve hızlandıracaktır. Rotası belli olan bir gemiye tüm rüzgârların yardım etmesi gibi, ne istediğini bilen bir insana da tüm evren yardım eder. Onların arzularını yerine getirmek için kendini açar. Yeter ki ortak akılda bir buluşma gerçekleştirilebilsin...

Zihin ile fiziksel beden, daha da önemlisi zihin ile beynimiz arasındaki bağlantıyı nasıl kurabiliriz? Bunun için nefesi bir aracı ya da köprü olarak kullanabiliriz. Bu sayede zihnimizin tüm faaliyetlerini kontrol edebilir ve düzenleyebiliriz. Düşüncelerin ötesinde niyetle hatta sadece meyille atom altı parçacıkların dalga fonksiyonunu anlık olarak kırabildiğiniz bir dünyada sadece düşünerek kaderimizi gerçekliğe uygun bir yörüngede sürdürebiliriz. Bu durum bize zihni kullanmanın önemini bir kez daha hatırlatıyor. Bu nedenle yaşam mimarı burnundan nefes alarak diyagramını kullanır, doğru ve yeterli nefesler alarak yaşamı kontrol etmeye çalışır.

Akıl ve kalp, aynı insani yeterlilik olgusunu açıklamak için kullanılan iki farklı kelimeden başka bir şey değildir. Fiziksel bedende kalp olarak tanımlanır. Bu yönüyle kalpte kendine yer bulan Öz, Hola ile iletişim halinde olan, sorumluluklar üstlenen, cezalandırılan, ödüllendirilen, kendini bildikçe değerlenen, kendi egosunun peşinden koştukça hiçliğe düşen, değerli sayılan, hor görülen, her şeyi bilen ve yansıtabilen, varoluşun en parlak aynasıdır. Adına ne dersek diyelim; öz, kalp ya da zihin, bizi bütünle bir arada tutan ve evreni anlamamızı sağlayan sahip olduğumuz tek hazine ve tılsımdır. Öz, hem kavrayan hem de kavranan olma özelliği ile astral ve biyolojik bedene ve onunla birlikte zihne girer. Öz, astral bedenin gözü, akıl ve irade ise onun ruhu, enerjisi ve iç dinamizmidir. Varlıklara insanlar tarafından verilen isimler, o varlığı en özlü şekilde anlatan, zihne yükselten ve zihinde canlandıran kelimelerdir. Bu nedenle, kavram kargaşasını önlemek için, Öz'ün bu tür faaliyetlerini gerçekleştirme kapasitesini ve sistemini zihin olarak adlandırmayı tercih ediyorum.

Zihin sisteminde inançlar ve önyargılar büyük önem taşır. İnanan bir zihnin neler başarabileceğini hayal bile edemezsiniz. Buna örnek olarak bir yaşam öyküsünü paylaşmak istiyorum. ABD'de idam edilecek olan Nick isimli bir mahkûmun hikâyesi oldukça ilginçtir. Nick idam edilmek üzere bir buz odasına götürülür. Kendisine şu telkin verilir: "Oda sıcaklığı şu anda 30 derece ve sıcaklık her dakika bir derece düşürülecek. Her 10 dakikada bir alarm çalacak. Bu ses, sıcaklığın 10 derece düştüğünü gösterir." Nick beklemeye başlar. Her on dakikada bir alarm sesini duydukça vücudunun daha da soğuduğunu hisseder. Üçüncü alarmdan sonra Nick titremeye başlar çünkü sıcaklığın sıfır derece olduğunu anlar. Dördüncü alarmdan sonra soğuğun dayanılmaz olduğunu düşünürken hayatı boyunca neler yaptığını hatırlar. Beşinci alarmdan sonra ölümün ne kadar yakın olduğunu hisseder ve soğuğun kemiklerine işlediğini hissederek tepki veremez hale gelir. Altıncı alarm Nick'in ölmeden önce duyduğu son sestir. Donarak ölmüştür." Bu hikâyenin ilginç yanı, her dakika düşeceği söylenen sıcaklığın aslında düşmemesi ve sabit kalmasıdır. Başka bir deyişle Nick, sıcaklığı artı 30 derece olan bir odadayken vücuduna değen sıcaklığı eksi 30 derece olarak hissetmiştir çünkü sıcaklığın düştüğüne dair güçlü bir inancı vardır.

Zihin, insan türüne özgü sorular sormamızı sağlar: 'Neden buradayız? Hayatımızın amacı nedir? Ne için yaşıyoruz? Bu önemli sorular sadece beyin hücreleri tarafından mı sorulur? İnsan düşüncesi, muhakeme, karar verme ve yaratıcılık sadece beyindeki nöronların açılıp kapanmasından mı ibarettir? Bu soruya cevap verirken iki ana düşünce akımı çatışmıştır. Materyalistler zihnin beynin işleyişinden başka bir şey olmadığını iddia etmektedir. Düalistler ise beyne eklenen maddi olmayan bir özün zihni, yani bilinçli benliğimizi oluşturduğunu savunur. Yakın zamanda bilim adamı Wilder Penfield zihnin beynin faaliyetinden daha fazlası olduğu sonucuna varmıştır.

Zihin yaşamda kararlı ve düzenleyici olduğunda, gerçekleştirme gücü, gerçekleştirme tutkusu ve heyecanı biçimine dönüşür. Bu açıdan bakıldığında aklın ve tutkunun bir gelecek anlayışı göstermesi ve oluşturması gerektiği kabul edilebilir. Ziya Gökalp'in ideal, gelişim uzmanlarının vizyon, bizim ise gelecek anlayışı dediğimiz, hayatımızın son anını ve belki de öbür dünyayı da içine alan bir gelecek anlayışını tanımlamak aklın ilk görevleri arasındadır. Eğer bir gelecek anlayışı oluşturulamazsa varoluş nedeni yani misyon ortadan kalkar. O zaman rotasını kaybetmiş bir gemi gibi insan ne yapacağını bilemez, bir sağa bir sola bir sağa sallanır durur. Hayat anlamını yitirir ve hiçbir rüzgar ona yardım edemez.

Almanya'da yapılan bilimsel bir araştırmada bilim insanları, beynimizin seçimlerimizden ya da davranışlarımızdan 6 saniye önce karar vermiş olduğunu kanıtladı. Aslında bir kişi, karar verdiğini söylemeden 6 saniye önce beyin tarafından verilen bir kararı uygulamaktadır. Kararı veren beyin mi, yoksa verilmiş bir kararı uygulayan mı?

Kolektif akıl olarak açıklanabilecek bir kavram artık bilim insanları tarafından kabul görmektedir. Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan deneyler, insanların ve hayvanların benzer olay ve olgularda aynı seçimleri yaptıklarını kanıtlamıştır. Dr. Penfield kendi kendine "Akıl kaybolduğunda ne olur?" diye sordu. "Eğer zihnin beyinden bağımsız olarak var olduğuna inanıyorsak, zihin kendi içinde temel bir unsur olarak görülmelidir... Bu da onun devam eden bir varoluşa sahip olduğu anlamına gelir." "Eğer zihin ölümden sonra hayatta kalıyorsa, beynin dışındaki bir enerji kaynağıyla bağlantı kuruyor olmalı. Aksi takdirde, ölen ve toza dönüşen beden ve beyin gibi zihin de sonsuza dek kaybolur." İster berber ister kasap olalım, hepimiz öldüğümüzde bize ya da zihnimize ne olduğunu bilmek isteriz. Cevap aynı zamanda varoluşumuzun temel amacını da açıklar.

"Evrende boşluk yoktur ya da her boşluk bir şekilde doldurulur" önermesinden yola çıkarsak, akıl görevini yerine getirmediğinde o boşluk ya akıl ya da haz tarafından doldurulacaktır. Bu da insanı, yanlış beslenme nedeniyle anormal büyüme ve gelişme gösteren bir hücrenin durumuna sokar. Başka bir deyişle, bir süre sonra hücrenin dokusu bozulur ve kanserli hale gelir çünkü yaşamını sürdürebilmek için kendi doğası dışındaki maddelerden enerji elde eder. Benzer şekilde kişi zihniyle bir gelecek anlayışı oluşturmazsa ya da oluşturduğu gelecek anlayışını unutursa veya unutmuş gibi yaşamayı seçerse zihin hazzın emrinde benliklere bölünür ve kendinden başka bir şey göremez hale gelir. Bu da özün hazzını artırır. Kısacası bu unutuş tüm yıkımları tetikler. Bu durumun panzehiri ise gelecek anlayışını oluşturmak ve fiziksel bedenimize haz veren seçimlerde dengeyi korumaktır.

Özetle, bir insan ne için yaşarsa yaşasın, kolektif zihin onu gerçekleştirmek için her şeyi ortaya koyar ve destekler. Zihnimiz evrenle ve Hola ile bağlantımızı düzenler ve yaşamda gerçekleştirilmek üzere beyne yani akla gönderir. Beyin, zihinden gelen arzuları gerçekleştirmek için yeni veriler ışığında kendini sürekli yeniden yapılandırır. Bu yeniden yapılanma ile hayatın olağan akışı içinde dengede kalarak kendi öz farkındalığını yaratır. Gerçekliği algılamak için en iyi yapılanma ancak etik, estetik ve empati anlayışını içeren, esneklik ve iyimserlik düşüncelerini ortaya çıkaran pozitif enerji ile sağlanabilir.

Negatif bir yörüngede yaşayan benmerkezci bir kişi yalnızca kendini düşünür. Sonuç olarak bencilleşmeye başlarlar. Her şeyi olumsuz görmek ve ona anlam yüklemek, bakış açılarına göre kendilerini çok kötü bir hayatın içinde bulmalarıyla sonuçlanır. Buna karşılık gerçeği bilen, pozitif bir yörüngede yaşayan, her zaman doğru düşünen, güzel ahlaklı bir insan ise kendi bakış açısına göre çok güzel bir hayatın içinde bulur kendini.

Kendi hayatlarımızın mimarları olduğumuzu bilmemiz gerekir. Dengeli bir yaşam ancak kalbin tasarımı ve aklın dikkate alınmasıyla elde edilebilir ve kişi bunu başarmanın peşinden tutkuyla gitmelidir. Böylece insanın üzerine düşen, hayatı anlamsızlaştıran ve kendisi olmasını engelleyen perdeler bir bir kalkar.

Siz de hayatın doğal akışı içinde dengede kalarak güzellikleri yaşayabilir ve görebilirsiniz. Aslında hayatta gerçeğe en yakın algıları yaşamaya başladınız ve isteseniz de istemeseniz de bu hal ölene kadar bir tutku gibi devam edecek.

Dilerim ve umarım hayatın doğal akışı içinde gerçeğe en yakın noktada kalırsınız ve sadece dilemek yerine istemeye başlarsınız...

Çetin Duyarlı

NLP Koçu